Yeni Şafak – Mehmet Doğan

TÂHİR BÜYÜKKÖRÜKÇÜ: ÖLÜMÜ SEVDİREN ADAM

Ölüm temenni edilmez, ama bazı ölümlere imrenilir. Bazı ruhların göçüşü insana ölümü sevdirir. Ah ben de böyle bir ölümle ölsem, dedirtir. Bu ruhların dünya macerası da dünyadan göçleri de ibret doludur. Necmeddin Erbakan’dan bir hafta sonra Tahir Büyükkörükçü de göçtü.

Necmeddin Erbakan Hoca’nın Fatih Camiinden uğurlanışı muhteşemdi. Kapu Camiinden uğurlanan Tahir Büyükkörükçü’nün yola çıkışı, yolda gidişi ve yolcu edilişi de muhteşemdi. Necip Fazıl Bey’le çok sevişirlerdi. Necip Fazıl Beye göre âbide şahsiyetlerden biriydi, Tahir Büyükkörükçü Hocam. Bunun için onu omuzlarında taşıyan insan nehrinin Konya caddelerinden Üçler Mezarlığına doğru akışı, bana Sakarya Türküsü’nü çağrıştırdı:

İnsan bu, su misali kıvrım kıvrım akar ya;

Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.

Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;

Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.

Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;

Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!

Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,

Kurşundan bir yük binmiş köpükten gövdesine;

Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.

Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?

Rabbim isterse sular büklüm büklüm burulur,

Sırtına Sakarya’nın Türk tarihi vurulur.

Necip Fazıl merhumun “Sakarya Türküsü” gibi bir gidişi vardı, Tahir Büyükkörükçü Hocamın. Yeşil tabutu, yeşil, titrek bir yaprak gibi sırtına alan insan nehrinin büklüm büklüm buruluşu ve sırtına Tahir Hoca’nın vuruluşu, çok, ama çok şeyler çağrıştırdı, fakat anlatacak yer burası değil.

Sanki Konya’nın Tuz Gölü kaynadı, taştı, coştu ve Konya’nın sokaklarını, caddelerini, meydanlarını doldurdu. Sanki Tuz Gölü Konya’da deryalaştı, Sakaryalaştı da şehri kuşatıp teslim aldı. Çünkü bağrına bir damla düşmüştü, 1925’te. O, bir damla büyüdü, incileşti, elmaslaştı. Tuz Gölünü kaynattı, coşturdu, taşırdı, Konya’yı kucaklattı. O bir damla, bütün bir Konya’yı ve Konya gibi daha nice şehirleri bir ömür boyu sesiyle, soluğuyla, sevgisiyle, şefkatiyle kuşatmış, kucaklamıştı. Kardeşlerim demişti. İman kardeşlerim, İslam kardeşlerim, insan kardeşlerim demişti. Ve onları, dudaklarını, ayaklarına; yanaklarını, eşiğine koyduğu Sevgiliye çağırmıştı. Konya’nın Sultanı Mevlana Hazretlerinin diliyle şöyle seslenmiş:

Ben sağ olduğum müddetçe Kur’an’ın kölesi, bendesiyim,

Ben, Muhammed Muhtar (aleyhisselam)ın yolunun tozuyum,

Benim sözümden, bundan başkasını bir kimse naklederse,

Ben ondan da bizarım, o sözlerden de bizarım.

Aklı, Muhammed Mustafa’nın önüne kurban et!

“Hasbiyallah” de ki; Allah’ım yeter.

Ehl-i dini, ehl-i kinden ayrı bil;

Hak’la oturanı ara; onunla otur!

Hazret-i Ahad’e ve Cenab-ı Ahmed’e iyi sarıl;

Ey kardeş, ten Ebûcehl’inden kurtul!

İman ve taat yolunda bir nefes alır da,

Bir kimse, eğer ziyan ederse ben kâfirim!

Demişti, Kapu Camii kürsüsünde, bembeyaz sarığı, bembeyaz sakalı, bembeyaz cübbesiyle! Bir aşk çağlayanı gibi oralarda çağlamış, ümmetin ve insanlığın derdiyle ağlamış bir aşk eriydi, Tahir Büyükkörükçü Hocam. İlk kıvılcımını Hacı İsa Ruhi Bolay Efendi’den almış, Hacı Veyiszâde Mustafa Efendi ile ilim yoluna devam etmiş, Hacı Sami Efendi ikliminde olgunlaşmış o güzel ruh, Mevlana, İkbal neşvesiyle kanatlanıp gönüllere taht kurmuştu.

Konya’nın kıvrım kıvrım akan insan nehrinin dalgaları üstünde bir aşk salı gibi döne döne sonsuzluk limanına doğru süzülüşü Konya televizyonu tarafından takip edildi, nakledildi. Altın bir ibret tablosu olarak gösterildi. Konya selinin köpükten gövdesine konan kurşundan bir yük değil, kelebekten bir büyük ruhtu, Tahir Büyükkörükçü.

Kapu Camiinden Üçler Mezarlığı’na kadar kısacık mesafe, iki buçuk-üç saatte ancak alınabildi. Konya insan selinin üzerinde bir yeşil yaprak gibi döne döne giden tabut, bazan selin dalgalarına, çırpınan ellerine takılıp kalıyor, duraklıyor, tekrar hâmuşânına doğru akmaya devam ediyordu. Eller, ah o eller… Nasıl da çırpınıyor, nasıl da uzanıp, o güzel yaprağa dokunabilmek için dalgalar gibi kıvrılıyordu!..

Tek bir ses vardı caddelerde, akan insan nehrinin çıkardığı tek bir ses: Tekbir.

“En büyük Allah’tır. Allah’tan başka tapacak ilah yoktur; Allah en Büyüktür. Bütün övgüler, sadece, yalnız, O’na aittir.” Bu şuur ve bu idrakle akan insan nehrinin üstündeki o yeşil yaprak, sardığı bembeyaz çiçekle son menziline erdiğinde okunan Kur’an yapraklarıyla karşılandı.

Ve toprağa bir sonsuzluk tohumu gibi düştü.

Anadolu’nun bağrında, İslam bahçesinde, insanlık tarlasında sürekli devşirilecek olan tayyib, tâhir kelimelerin kudsi tohumu, 6 Mart 2011’de toprağa düştü. İki buçuk saat eller üzerinde, o güzel insan nehrinin dalgaları üzerinde yüzerek, salına salına, bir yeşil yaprak gibi, bir sonsuzluk tohumu gibi Konya toprağına düştü.

“Hakiki Vechesiyle Mevlana ve Mesnevi” eseri okunacak. “Mevlana ve Mesnevi Gözüyle Peygamber Efendimiz” kitabı okunacak. Okundukça, mezarına ışıklar dolacak. Kürsülerden halka emanet ettiği sohbetleri dinlendikçe kabrine nur çağlayanları akacak.

Güzel yaşadı, güzel göçtü. Güzel yurtlarda güzel Dostlara, komşulara erer inşallah. Mekânı Cennet olsun.

Kaynak: http://yenisafak.com.tr/yazarlar/?i=26486&y=MehmetDogan